26 Nisan 2011 Salı

hani öncesinde sizin gelip beni alıcağınız 10u mu?
o değil, derya alabora odtüye geliyor 10unda. hani senin gelmeyi planladığın 10u var ya, o 10unda.

23 Nisan 2011 Cumartesi

ev

şimdi gelirseniz diye söylüyorum.
bizim evin kapıları bozuk.
hepsi bozuk. kapanmıyorlar, kapansalar açılıyorlar.
kendimi bir zeki demirkubuz filminde hissediyorum mütemadiyen gün gelecek "yeter zeki bokunu çıkardın artık" diyeceğim. korkuyorum.

28 Şubat 2011 Pazartesi

biz dün hep beraber toplaştık ve black swan izledik. oksar izledik.


(blogu hayata döndürme kalkındırma ve kazandırma çalışmaları vol. 1.)

4 Ocak 2011 Salı

yarın öbür gün ben "aman benden mühendis olmazdı zaten" diye okulu bırakıp nefesim açlıktan kokmasın diye düğün fotoğrafçılığı falan yaparken ve küstüm de maaşını aldığı ilk günden alışverişe harcar ya da cüzdanını sürekli sağda solda kaybeder iken, tarçın-zencefil-karanfil kokan evimizin bütün sorumluluğu senin sırtında olacak sevgili kırmızı.
ve eğer sen şu anda bunu okuyorsan, çalışmıyorsun ve mal mal internette dolaşıyorsun.
kadın! git ve çağatay dilini kimler kullanıyormuş öğren, kafamı bozma!

12 Kasım 2010 Cuma

aha bak şimdi de arnavut kaldırımı çaldı!!

sı kın tı

bu başlığı böyle ayrıntı yayınları gibi yazmış olabilseydik keşke.
sı-
kın-
tı.

bir şeyler yazma isteği var içimde. ama ne bilmiyorum. içimde havada zilyon kelime halay çekiyor. el ele tutuşturamıyorum.
saçmalıyorum.
ilk okula dönsek ve öğretmen bize bir adet kompozisyon konusu verse çokoş olacak.

otobğs karalamalarınında biri var ikisi yok. neyseki çok sorun yapan bi guruh değiliz değiliz dimi? aslında var onun part2 si ama ankarada kaldı. üşengeçlik diz boyu. unutkanlık boğaza kadar.

uyku nezgel şeey!!

şey oldu ama bi de itüsözlükte radyoyu açtım. çalan kız bana aniden o zaman bu şarkı bıdbıdbıda gelsin dedi ki bıdbıdbıd nickim oluyo.
çalan şarkı mazi kalbimde bir yaradırdı.
hüzünlendim.

hı bide okuyamıyorum da.
izleyemiyorum da..
hala!!
en son jackie brownun 2 dakikasını izleyip kapattım.
saçma sapan bi bavul hazırladım kendime. nedeni yok. yani aslında var. ama öyle. heran kaçıcakmışım gibi.

4 Kasım 2010 Perşembe

otobüs karalamaları1

bi insan eğer kısık gelen bi arkodeyon sesiyle uyanıyorsa mutludur. kalkıp balkon kapısınıve pencereyi açtığında odası komple nağmelerle doluyorsa keyfine diyecek yoktur. hele iktisat ve anayasa derslerine gitmeyip uyumuşsa aman tanrım..!!!

peki ya aynı insan mutfağa gidip kendine kahve yapıp dolanın üstünden valizini indirip içini doldurmaya başlarsa...

saat 3 e biletim. ama sabırsızlanıyorum. hemen valizi hazırlayıp 12 de çıkıyorum evden. taksime gitmem lazım. fidana şeker alıcam. meşhur hacı bilnemneden. mutluluk veren şeker dersem farklı anlamlar çıkar mı bundan?

nilüfere gidiyorum. ben dayanamıcam şu bileti erkene alalım diyorum. taksimde kaçta kalkar servis? 1 buçuk. tamam kabul.
çekçekli valizimi asfaltta tıkırdatarak yürüyorum.

kasıma yakışmayacak kadar sıcak bir hava peki istanbulda yağmura bu kadar sövdüğüm için parlayan güneş ankarada ne alemde?

istiklali de tekerleklerle inletme çabam var. bak ben gidiyorum mukayyet ol kendine der gibi ama pek umrunda değil. bu kalabalık da çığlık atsan geri dönen olmaz.

saat 1 e beş var. umarım fidan bu şekerleri sever. yoksa felaketi olurum ağlarım.. sevmezsede çaktımasın lan. umarım bu yazıyı önceden okur.

uzuncana bir servis yolculuğuından sonra otobüse biniyorum. içimde bir huzursuzluk. bir rahatsızlık. midemde bir ayaklanma. ellerim soğuk.yolculukları sever miyim sevmez miyim bu sabah gibi tartışılır bu konu. emin olamıyorum. yolculukları sevmeyi fazla melankolik buluyorum. ama yinede yolculuk sevmeyen insanların en temel özelliklernden mide bulantısı gibi bir kusurum yok çok sükür.

---

devam edecek...

1 Kasım 2010 Pazartesi

Küçüktük. Bulanık bozun, tozun, grinin ortasındaydık. hasretteydik. Neye olduğunu bilmiyorum, bir şeylere ihtiyacımız vardı ama, büyük bir şeylere. Ölümsüz olanı, o kimsenin yakalayamayacağını yakalamak istiyorduk. Boyumuzdan büyük işlere kalkıştık. Bilir misin can acısının ne olduğunu? Senin kalbin hiç böylesine kırıldı mı? Aptal. Bu aptal kendime armağan olsun. Ve sana, çünkü aynı şeyi sende yaptın.
Sözlüğü açıp "empati"nin anlamına çok geç baktım belki. Ve ondan sonraya rastlar, 20-30 sayfa ilerideki "masumiyet"i farketmem. Parmaklarımın arasında sımsıkı tutmaya çalışırken birinin daha yapıştığını farkettim ona.

"Neresinden bakarsan bak yanlış olan, o portrede yer almaması gereken, ama kendi başına muhteşem ve göz alan bir renk: erguvani bir mor, yada bir kor kırmızısı."

Güç sendin, ayakta kalan hep. "Ay savaşçı"sı izler miydin sen hiç?



Haruka'yla Michiru'ymuş isimleri. Hani en son bölümde, Haruka ölümü ayakta karşılıyordu, yere düşmüyordu. Michiru 'senin gibi ayakta ölmek isterdim' demişti. Sen hep ayakta kalandın işte. Ve o kadar doğaldı ki senin gözünde, mükemmel olduğunu hiç sezmedin.

Küçüktüm. ben çok hayal kurdum, çok inandım filmlere, kitaplara, büyülere. en güzel ben olacaktım. en zeki, en güçlü hep ben. Birgün o en yakışıklının, romantiğin, aşığın atına ben binecektim. Hayaller gittikçe küçülmeye başladı sonra, bir şeylerden feragat etmeye başladım. Yine de ceza verdiler her şeyi istediğim için. en büyük hafızaya çarptırıldım. unutmamanın güzel hiçbir yanı yok be kırmızı. o kadar çok şey saklı ki o en güzel paragrafların, filmografilerin, tüm yazar-eser eşleştirmelerinin arasında.

Ama sen istiyorsun, o günü çıkaracağım, güzeldi çünkü. Makarna yoktu o gün. Size geldim. O gün ne anlatmıştım hatırlıyorsun demi? Ben hiç unutamadım. Sana o diyaloğu kelimesi kelimesine anlattım, şimdi istesen şimdi de anlatırım, hala unutamadım. İki yıl geçti unutamadım... Sonra evden çıkıp vadiye indik, kendimize bir kuytu köşe aradık. kuytulukla alakası yoktu ama oturduğumuz yerin. Sen 'ne düşünüyorsun?' dedin. Ne dediğimi de hatırlıyor musun? hayat politikamızı? 'sonunda boğulmak olsa da benim o sularda yüzmem gerek.' Ben boğulmayı bile beceremedim. Hala sürükleniyorum aynı suda, üstüm başım yara, saçlarımda kum taneleri. Sonra sen başını dizime yasladın, ben sustum. Aynı sessizliği paylaştık. Ve aynı hisleri o şarkıda. O an sen ben oldun ben sen. Ve tekrar dinledik, ve tekrar, tekrar... Biliyorum benim derdimi de kendininki kadar düşündün o gün. Seninkini kendime karıştırdım bende. Ve o günden sonra da tüm dertlerin öyle karışmış kaldı bana.

Sonra görevli fıskiyeleri çalıştırdı. ve senin cilveli kahkahan çınlattı vadiyi.

"İçimizden deli rüzgarlar esti yürüdük

Yalçın kayalara çarptık, geri döndük"

Bunu bilmezsin sen, bu benim babamdan. Sana onun kitabını hiç vermedim, sahi niye vermedim? Vermeliyim. Ve söz sana, uzak değil kendi elimle avuçlarının arasına bırakacağım an.

31 Ekim 2010 Pazar

mektuplar zamanı..-2-

sevgili marlis...

hepi topu 5 senedir hayatımda olman inanılır şey değil. senin hiç kapında yatmak kısmet olmadı değil mi? sen bekletmezsin zaten. cilveme dayanmaz işveyle alırsın beni içeri dimi?

ipek çınar bana o kadar şey ifade ediyor ki. sanırım bu yüzden sadece bu beş seneye inanamıyorum. sadece susarak oturduğumda bile beni anlayabilen başka kimse olmayabilir. bir şeyler anlatmak için konuşmaya ihtiyaç duymamak. bu ne bi harika şey ki..

gazinin bahçesindeyiz. sevgiye muhtacım. elindeki yüzükleri çıkartıp yüzümü cırmaklarcasına seven bi kız. öyle bir sevme ki bu hiç bi zaman o yüzükleri çıkarmadan sevmedin. kimi zaman öyle çok istiyorum ki. yine gel o oy kuzum diyip yüzüğünü çıkarıp yüzümü cırmaklarcasına sevme anını..

mutsuzum diyorum sana. ben de mutsuzum diyorsun. nedeni mühim değil. ama çıkıp geliyorsun. önce evde oturuyoruz bir süre. makarna yapıyor muyum o gün sana? sonra aşağı iniyoruz. bir şişe. çikolata. djarum. ve ezginin günlüğü. dizine yattığım bir adet kıvırcık hatun. susuyoruz. saçlarımı seviyorsun. sonra yine yüzümü cırmaklarcasına seviyorsun. iyi geliyor. her zaman iyi geliyo bu büyü. evet bir cadısın sen. o gün anlamalıymışım.

başka bir gün yine geliyorsun. uğurdan çaldığın küçük şişeler. marlbora mentollü, ve fıstıklı bitter! acil yardım çantasıyla geliyorsun adeta. beni mutlu etmeyi bilen başka insan yok mu yoksa?
karşımda hep dinleyen hep güçlü bi hatun buldum kapına her geldiğimde. nasıl becerdin lan? aynı şeyi 30 sefer de anlatsam dinleyen. gerektiğinde hak veren gerektiğin de ama sen de güzelim diye başlayan mantıklı cümleleriyle kimi zaman aman koyverelim be ipeğim diyen o büzüşük dudaklarıyla biraz bir şeyler mi içsek lan?

(buraya küstüm de dahil)şimdi siz gelseniz ya kısmına değinmek istiyorum. gelseniz pek bi güzel olur ki. her şey var burda. çay var kola var:d ben varım. hayat var. deniz var. özgürlük var. martı var. gemi var. istiklal var, sahaflar var, nebleyim bi dolu şey var.

çok özelsiniz lan. bilin bunu. her gün içimden konuştuğum insanlarsınız. sizi de alıp getiriyorum aslında hergün. haberiniz yok.

mektuplar zamanı..

sevgili küstüm..
küçüktük epey değil mi? büyüdük sonra? hatta eşşek kadar olduk.
bak ne hatırlıyorum şimdi. sabah 7 falan. 7 buçuktan kesinlikle önce. benim servisim gelmiş. okulda yapacak hiç bir şey yok. hemen dolanıyorum arkaya. hop sizin apartmak. turan çiftliğiydi dimi bakkalın adı? apartmanın adı? gül? gül olsun lütfen. değilse bile çaktırma. geçmiş anıları unutmak içime dokunuyor.
kapıyı çalıyorum. içimde öğlenci olan ikizlerden küfür yeme korkusu var.
ama bi yandanda seni sanki sokağa oynamaya çağırır gibi okula çağırma hevesim. zile basıyorum aşağıdan. sen daha yeni kalkmış oluyorsun. biliyorum. kabarık saçlarınla yatakta oturmuş öylece bakıyorsun. kapıyı açan funda teyze oluyor bu yüzden. yukarı çık ipeğim diyor. yok ben burda beklerim diyorum. çık çık diyor. hiç bi zaman fazla naz yapmadım biliyorsun. çıkıyorum.
fanusun içinde kek var mutlaka. yada tırtırlı kurabiye? ya da şanslıysam kağıtta kek!!!
sıcak çay. senin uykulu uykulu çay koyuşların. sonra saat 7 buçuk diyerek çıkışımız. törene yarım yamalak yetişmeler.
ve birde bazı günler beş kat büyürdü de gözümde çıkmazdım. aşağıda merdivenlerde beklerdim seni. sen elinde sarellalı ekmekle gelirdin hani. ne güzel olurdu.
epeydir olmuyor ama sanki.
bi gün elvankente geleyim de o anmış gibi yapalım yine. kek yada kurabiye olsun ama. söyle funda teyzeye.

çok oldu sanki be küstüm. çok zamandır görüşmüyo muyuz bana mı öyle geliyor?
hani tamam sen niğdeye sonra yazlığa giderdin 2-3 ay görüşemezdik de sanki o bu kadar değilmiş be. ben geleli ne kadar oldu şimdi? (burdan sonrası marlisle ortak)eylül ortası mıydı en son görüştüğümüzde..
ama anlatacak çok şey olduğundan mı bu kadar özledik? aslında sanki hep burdasınız. böyle canım sıkıldığında meğersem ankaradayım oynu oynuyorum.:) meğersem ankaradayım.. içimden hadi kitapça saat 2:30 da balkon kapmaca diye mesaj atmak geliyor. ama tutuyorum kendimi. zira bu büyük bi ağlama krizinin ebesi olabilir.

ama ben ankaraya geldiğimde öyle yapalım olur mu? sanki böyle herzaman yaptığımız şeylermiş gibi. her gün olmasa da 2-3 günde bir buluşuyormuşuz gibi olsun.

ve siz geldiğiniz de ise... buna marlisin mektubunda değinicem..

bak marlis ne dedi. gelecem dedi bayramdan sonra. sende gelsen ya onla? hı ?
hoş olmaz mı??
kareli battaniyeleri alırız hem?
güzel plan bence.
gözlerinden hasretle öperim..
elimde o kadar çok, ve o kadar korkunç fotoğrafın varki hiç denememelisin bence küstüm.
tehdit yok tabi. ben iyi bi cadıyım, iyi bi cadıyım, iyi bir cadı, cadı, cad...

hayvan hakları


bunu yetkili mercilere göndermem an meselesi. ben de kedilerden nefret ediyorum ama onları tehdit etmiyorum. ama şu an seni tehdit ediyorum. Leynnn!!
gülmekten klavyeye kapaklanmak.

28 Ekim 2010 Perşembe

kendi kendime damla damlatacak kadar yalnızım. hayır ağlamıyorum, damladan hepsi.
"Gitmek cesaret ister ufaklık Gidecegin yer neresi olursa olsun Sevdiklerinle arana mesefe girince Varış yerinin hiç bir anlamı kalmaz.
Vedalaşmakta zor iştir biliyo musun ? Oturursun geminin kıçına. Bakarsın sevdiklerine gittikçe ufalırlar ufalırlar kaybolurlar
O zaman anlarsın işte
Vedaşalmak asıl kalana değil gidene koyar.
100 defa söyledim sana hüzünlü değilim, mizacım böyle.
Bak şarabımla beraberim. Çocukluğumdan beri hayaller kuruyorum
Şarabımdan Ayrılmadan hemde. Ben şarabımdan Ayrılmıyorum.
O da bana bunca gidene rağmen hala hayal kurdurtmaya devam ediyor.
Ne olmuş yani büyük adam olamadıksa?

Hayallerimizi satmadık ya ?.."

25 Ekim 2010 Pazartesi

sanırım

ben ben ben... hım.. ben bugünlerde koşuşturmakla meşgulum. koşuyorum. koşmazsam ayakta duruyorum. her şeyi bırakırsam bırak tutacak, merdiven bile kalmaz sanki. o yüzden ben her şeyere sıkı sıkı sarılıp eve gelip vurup kafayı uyuyorum.

bu ara tek canımı sıkansa, gece gece istiklalde uğurun bana saatlerce ayar vermesi. bıd bıd bıd eleştirip durması.

ha bir de benim bütün derdim.. özlem..

21 Ekim 2010 Perşembe

"sku" yazdığında karşına www.scoobydoooyunlari.com'u çıkaran google'la aynı takımda tabu oynamak isterim ben.

14 Ekim 2010 Perşembe

zencefilli karanfilli tarçınlı kurabiye yaptım. büssürü kahve çeşidide mevcut. senin için çay bile demlerim küstüm. yeter ki gelin. filtre kahve de var. üçü bi aradada. sıcak çikolatada..

bide kurabiyeye cevizde koydum. o kim bilmiyorum. ama ceviz de olsun dedi ablam. kıramadım. fena değil bak. hadi daha sıcakken gelin.


birde şöyle bir şarkı var.

sertab erener-bir varmışım bir yokmuşum..

onu da dinleriz..

12 Ekim 2010 Salı

çaldım napiyim?

güne şarkı ithafı yapmak, canlarım öyle moda ki şu zamanlarda.

günümüzün şarkısı şu: love street

lalalalaa"lı sonlara tav oluyorum, napalım.

7 Ekim 2010 Perşembe

dünyanın sonu

ben istanbula dünyanın sonunu bulmak için gelmiştim. ama bunu bi süre unutup kendi kendime ben hani evde olur ya nebileyim mesela mutfağa gidersin dolabı açarsın ben ne alıcaktım diye düşünür bulursun kendini. işte öyle bir halde geziniyor. kendimi mutsuz ediyordum. ama bugün sabah hani konuştuk falan ya. daraldım. ve daha fazla dinleyemedim anayasa hukuku falan. çıktım yürüdüm. eminönüne geldim. ve işte burası dedim. dünyanın sonu. bak bitti kara burda!


burda bi dünya bitti. karşıda bambaşka bi dünya var. ama şuan ben dünyanın sonundayım. fermuarlı hırkalar gibi düşünün ben fermuardayım! dünyayı ayıran fermuar! ben bunun için geldim buraya. o kalın hırkadan çıkıp nefes alacağım bi yer olsun diye. ve bugün ordaydım! nefes aldım.


hani hala yoldayım demiştim ya.


bek ben bugün geldim.

bak burası eminönü işte. dünyanın sonu! martılar var bak bakalım görebilecek misin? yanımda olunda beraber üşüyelim istedim. ama şimdi böyle meğersem yanımdaymışsınız.

21 Eylül 2010 Salı

gençler burası soğuk. üşüyorum. mütemadiyen.

sahaflar festivaline gittim. ipek bi adam bana 4 kitap hediye etti. vakti zamanında senin bana sorduğun "ay ipek insanlar neden sana bir şeyler hediye ediyo?" sorusunu düşündüm. uzun uzun. bulamadım.
boğazım ağrıyo.
zencefil içersem geçermiş.
karanfil ve tarçında koysak ya dedim.
anlamadılar.

el üşümesi fena şey.

18 Eylül 2010 Cumartesi

biz hep çok mutlu ve beraber kalacağız.mesafe de neymiş
geldiniz ya dünyalar çarpı 1500ü benim oldu. ne iyi ettiniz be..
öyle.
ama size bi süprüzüm var o zamaaan..

1 hafta

bu kadar zaman geçmiş son yazının üstünden.

bi okadar daha geçecek sonra.. sonra haftalar ve haftalar geçecek...

öylece geçecek.

11 Eylül 2010 Cumartesi

hadi bugün bendensin;)
kırmızı ve kalpli oluşunada hiç dikkat çekmek istemiyorum aslında.
o rotringlerin 0.5 kahverengisi karanfilde bir kırtasiyede satılıyor. hele bi gel, belki başka rengi de vardır da ben farketmemişimdir. sen hele bi gelde, bakıverelim beraber. gelsene hatun!

10 Eylül 2010 Cuma

bi de bi de eski model rotringler vardı ya? onun siyahını ya da kırmızısını y ada bordosunu bulunca 1 milyar bile olsa alın! lütfen:(
bir de su akar yolunu bulur dimi?
sertap erenerin bi şarkısı var. çok güzel. bilmiyorum adı ne. bir varmışım bir yokmuşum falan diyo. birazdan gitcem diyo. çok duramam diyo. hiç bi yere ait olmamışımki diyo. öyle.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

nar

şimdi ayrı yerlerde ve ayrı tellerdesiniz.

ve ben evden dışarı çıkmaya okadar üşeniyorum ki, bugün de aç kalacağım. muhtemelen.

kafamdaki karmaşanın haklı sebebini buldum. ben de dönünce bi kitapça daha yapmak lazım, sizlere anlatiyim diye.

acaba küçük kutularımızın içinde çok mu sıkıştık diye sordum dün. yani şöyle ki; birkaç yerin bizden olması dışında yarattığımız çok az alternatif mekanı düşünerek sordum bunu.aslında böyle saçmasapan şeyleri düşünerek sadece kafamı sıkıştırıyorum. yaptığım tek şey kafamı sıkıştırmak aslında.iki elimle bastıra bastıra böyle.

evde güllaç var, bize bekliyorum. gelirken nar da alırsanız pek bi hora geçecek.

27 Ağustos 2010 Cuma

burhan

duyun sesimi,

sesimi yutuyorum. hep içime kaçıyor.

kelimeleri unutuyorum.

konuş, anlat dediklerinde, "e, anlatıyorum ya" diyorum. bu dediğimi bile duymuyorlar.

buhranlar içindeyim anacığım.

derin buhranlar!

dünya üzerinde bir araya geldiğinde 3 maymunu taklit ederek fotoğraf çektirmemiş tek üçlü dişi topluluğu olduğumuzdan şüpheleniyorum.

25 Ağustos 2010 Çarşamba

trim tram trom TRAK

yaklaşık bir hafta mı oldu? ben bilmiyorum artık. çok oldu yazmayalı.

elimde bir cacık kasesi tutup da yazacak hiçbir şeyimin olmadığını farketmem ne acı. her şey olup bittiğinde gerçeklerle daha çok yüzleşeceğim sanırım. ben kendime itiraf ettim. kırmızı'yı sevmiyorum. o kırmızı berem dışında başka kırmızı hiçbir şeye sahip değilim. belki günün birinde bir kırmızı delisi olurum ve belki kırmızı ojelerim de olur, o da olur evet de... şimdilik bi tek sende olduğunda güzel bu kırmızılar cancağzım. sen de gidince bir tek kış vakitleri sahip olacağım kırmızıya, bir de istanbul yolculuklarımda. anlık kırmızılar, özlenen, beklenen kırmızılar olacak.

günler geçiyor ya. kayıt günlerine daha va. daha tatil yapmak için bile uçtan kıyıdan zamanlar var önümüzde. ama işte gitmeler geldiğinde trak!!!

21 Ağustos 2010 Cumartesi

oğuz'a fotoğraf gönderebilmek için babadan kontör istemek, odayı yarım saat gözden geçirmek, kapının hemen yanına sandalyeyi yerleştirmek, ortalık karanlık olsun diye bordo-kırmızı perdeleri sıkıca çekmek, kütüphanenin en alt rafına lamba yerleştirip aşağıdan aydınlatma artistliğine kalkışmak, uzun uzun makineyi nereye yerleştireceğimi düşünmek, oraya salondan sandalye taşımak, yükseklik yetmeyince altına kitap yerleştirmek, on saniye sonra otomatik çek tuşuna basıp koştura koştura yerine geçip akordeonu alıp poz vermek, bu işlemi on kez tekrarlamak, en güzeli seçip makinenin hafıza kartından bilgisayara atmak, bilgisayardan telefonun hafıza kartına atmak ve tam gönderecekken telefonun 3mblık fotoğrafları multimedyayla göndermediğini acı acı farketmek. evet işsizim. en çok umutsuzum ama.

bordo renkli bir kilimim, perdelerim, çalışma sandalyem ve bir akordeonum var. ay em hepi!

19 Ağustos 2010 Perşembe

hangi oje yakışmaz ki kız sana?

"bordo ojeli kadınlara imreniyorum, seviyorum, özeniyorum" diye diye...

şimdi benim de var.

artık ben de bordo ojeli bir hatunum!

girdim, seçtim, baktım, baktım, baktım ve sonunda beğenmeye karar verip ve alıp çıktım. oje sürmek zormuş ama. zor iş cidden.
Gitmek istiyorum
Yapma, gidemeyeceğini ikimiz de biliyoruz.
Giderim.
Gidemezsin. Gitmezsin bile demedim sana gidemezsin, onu yapacak güç yok sende. Ya da eğer gitmek bir yetenek işi ise tanrı seni kesinlikle bundan yoksun bırakmış. Boşuna ceneni yorma.
Gidicem.
Gidemeyeceksin. Ne yapıyoruz? Fiil mi çekimliyoruz. Bırak şimdi bu kararlı havaları. Bir saattir soruyorum, çay mı kahve mi?
Fark etmez.
Gitmenle kalmanda fark etmez.
Benim için eder.
Senin içinde etmez. Hayır sakın kendinden kaçamazsın gibi şairlerin dilinde sakız olmuş cümleleri söyleyeceğimi sanma. Gidemezsin sen. 2 gitsen, 3 kalırsın. Çünkü en azından şimdi aklın öbür diyarlarda, gidersen aklın hep burada kalacak.
Kahve!
Kaç şeker?
..
Şekersiz içmeye karar vermiştin en son? Ondan da mı vaz geçtin? Sana bir öneri, kararlarını içinden açıkla. Çevrene fazla duyurma. Sonra kendin bile cayarken kızarıyorsun. Kimseye söylemeseydin belkide unutmuş taklidi yaparsın ne dersin?
Beni yargılamaktan zavgeç
Seni yargılamıyorum.
Sorguluyorsun.
Hangisi? Yargılıyor muyum yoksa sorguluyor muyum?
Kendini akıllı sanıyorsun değil mi?
Hayır sadece kararlı, ya da verdiği kararları arkasında duran biriyim ben.
Peki ben?
Kaçan birisin sen. Kendi iradesiyle verdiği kararlardan bile kaçan bi zavallı. Yazık.
ne kadar daha devam edeceksin?
sen değişene kadar.
değişmeyeceğimi biliyorsun.
gitmeyeceksin.
bu bir emir mi?
hayır durum belirtmesi.
olmayacak dimi? yapamayacağım hiç bir zaman.
yapamayacaksın. olmayacak. hani içinden mırıldandığın bir şey var ya hep o aklına geldiğinde. olmuyor diye. öyle işte. senin hayattaki tek dürüst olduğun nokta bu.
yenilmişim ben en başından.
sen istemişsin. bazen bazı şeylere karşı savaşmak boşadır. özelikle kendine karşı kılıç kuşanmak. işin tuhafı bir çok insan bunu sonuçlandıramaz sen sonulandırdın ve zafer nedir hiç bilmeden direk yenilgiyi sırtlandın.
halbuki kazanan da benim!
kendini hiç tanımıyorsun değil mi? bu yüzden insanların senin için yaptığı yorumlar önemli.
öz güvenimi zedeliyorsun.
haha! öz güven mi? beni çok eğlendirdin! sen de öz güven olsaydı çoktan giderdin, rüzgarın bile kalmazdı.
çikolata var mı?
dolaba bak.
seni sevmiyorum.
bu bi karar mı?
__
oblomov aşık oldu. ne yapmalıyım??

ayrıca oblomovun hayatı bile başımı döndürmeye başladı. bu bi sorun mudur?

18 Ağustos 2010 Çarşamba

16 Ağustos 2010 Pazartesi

oblomov okuyorum. ama sündüre sündüre. yaşıyarak. oblomov her esnediğinde ben de esniyorum. her uyuduğunda ben de uyuyorum ve her gelene üzerinde dışarının sıcağı var yaklaşma diyorum.(mevsimsel değişiklik hakkını saklı tutuyorum)

en son inception 'u izledim ki. bu film hakkında bir şeyler yazacağım.

içimden konuşmaya devam ettiğim kitap ise malina. bir adet malina ve bir adet ivan arıyorum. nerde aradığımı ya da nerde aramam gerektiğini ben de bilmiyorum.
birileri iyiki de gelmiş. gelmiş de yazısını yazıyormuş. da. fidan sen naptın anacım?
ipek, eğer bugün buluşacaksak malinayı,
fidan, eğer geleceksen kadının adı yok'u
getirmelisiniz.
ben geldim!

ben teknoloji, bilgisayar internet böyle şeylere çok yabancıymışım anacım. ama neyse burdayım sanırım. marlis blog açalım dediğinde dedim ki ben artık yazı yazamıyorum. benden geçti böyle şeyler dedim. cümle kuramıyorum. ama güzel bayan bana bütün cilvesiyle (olay mesajdı ama artık biz böyle cilveleri mesajla da anlarız dimi?) biz senin yarım cümlelerini bile anlarız cancağzım dedi. öyle mutlu oldum ki. evet hakikaten dünya üzerinde iki tane kuvruşuk bayan var ve benim bunlara yarım cümle kurmaya çabalamama bile gerek yok aslında. her türlü anlarlar beni. ve benim bir şeyleri anlatmak istediğimde onlardan daha başka yer bulamazdım.

sevgili marlis ve küstümotu,

bişi diyim mi üçümüzde gitmem hakkında aynı şeyi düşünüyoruz ya. bu garip biraz. üçümüzde sanki 3 ay gidip gelicem sanıyoruza ya aslında öyle değil sanırım. ama çaktırmayalım şimdi. daha var.

sevgili marlis,

bu ara seni çok özlüyorum. sanki seninle hiç konuşmuyoruz gibi hissediyorum. telefona uzanmaya üşeniyorum. uzansam ne desem bilemiyorum. bu ara nedesem bilememekten konuşmuyorum sanırım. sana gelmek istiyorum. senden film ve kitap çalmak istiyorum. gerçi bu ara ne film izleyebiliyorum. ne dekitap okuyabiliyorum ama belki de sadece senden bir şeyler aşırmış olmak için istiyorum bunu.

sevgili küstümotu!

kızgınım sana çok! ama kızgınlığıma buz olup çoss sesi çıkaran bir şey var ki özlem. 2 hafta görüşemeyince dert olan hasret ne olacak şimdi? telefonu elime alsam bile arıyamadığımsın sen. malum farklı operatorler. ama bir adet turkcell alasım var. sana bir şey söylicem ve çok gülüceksin. bana sanki 6. sınıftan sonra hiç büyümemişiz gibi geliyo. yani hiç değişmedik sanki. olamaz dimi böyle bir şey. değiştik yani. pasta zevklerimiz bile değişti dimi hiç değilse.
büyümeseydik demiyorum da. büyürken ayrı dallara düşmeyeydik iyiydi. şimdi ben bunu hiç elimde değilmiş gibi söyleyecek kadar iki yüzlü davranıyorum ya. alacağım olsun. ama hani sana bi şey demiştim ya. o gerçek

fidan. ben yine ankara olucak ve ben küfredicem sanmışım!

amanın

birileri var.
birileri gelmiş.
sevdim "lan!"
hoşgelmiş.
işte şimdi çok güçlü bir ekip olduk.

ve ben hala yeminimi bozdum!
yeminimi bozdum!
hem de o biçim.

15 Ağustos 2010 Pazar

çevre

aramızda çevre var. başka şeylerin olmasındansa aramızda çevre olması çok daha iyi. sen yine en uzak kalan oldun! Çatı merkezimiz olacaksa, her halükarda, ne kadar kandırık yaparsam yapiyim, ikimiz de uzağız. ama bu uzaklık kıvruşuk ve kıvrıtık yürüme saatlerimizi arttırıyor. ah yavruum, başlasa mı başlamasa mı bir türlü karar veremiyorum.

yani başlarsa kim neye başlayacak? biz kime başlayacağız? hangi sırayla başlayacağız onları düşünüyorum da...

ya bir de ingilizce çalışmalı mı sorusunun cevabının evet olmasından korkuyorum.

tamam. daha az ingilizce karakter. en azından düzgün fizikli bir Türkçem var be anacığım. kısaltmıyorum. noktalamalarım tam.

bundan aylar önce balıklara yemlerini verirken, onlara birkaç kafa karıştırıcı laf ettim. tam saçmalama dönemimde sinir stres atma kaynağı olarak kaplumbağam ve balıklarım nasıl da iyi geliyorlardı. onlara türlü uydurmasyon hikaye anlatan ben, anlattıkça rahatlıyordum. tozları alan annem son gün, onlarla konuştuğum son gün, "hayvancağızlar iyi ki türkçe bilmiyorlar" dedi bana. döndüm, "iyi de ne biliyorlar ki zaten?" dedim. bir anlık boşluğumun kurbanı ben, and içmiş gibi bir daha balıklarıma saçmalamadım. belki de istemedim.

ama geriye dönüp baktığımda o bütün saçmalıklarımı nasıl da özlüyorum. birgün hepsine kavuşacağım. o gün geldiğinde...

her neyse. Günaydın bize!!

14 Ağustos 2010 Cumartesi

bergmanı seviyorum, bergmanı onaylıyorum.
ah küstüm, albümlerine ingilizce isimler verişini, gaga dinlemeni, yeşil topuklu ayakkabı sevdanı bile kabullenmiştim ama neden u? o u ne?!
senin binan nerelerde bilmiyorum, ama biz senle beraber, odtülerde, çatılara yürüyüp selülitlerimizi eriteceğiz, benim kahve içmemi engellemeye çalışıp senin "bıktım usandım ipek"lerine çözüm arayacağız önümüzdeki 5 yıl boyunca.
aynı kıvruşuk delühanlılara kikirik bakışlar atacağız ama sen bana 'senin başın bağlı kızım' diyeceksin ya, çok üzülüyorum ona :p
2 tane kıvruşuk sayabilirim ben!

ama ipek"e kızmamalısın, onun interneti bilem yok. eskiciye gidip 5lirayla bir 70lik ve wireless takas etmek zorunda, bir nicke sahip olabilmesi için. ve o hayallerinin peşinde ya, içim çok daha rahat senden. ve biz önce birbirimiz adına mutlu olabilecek kadar karışığız birbirimize.

ve buda muhtemelen son aşk dolu mesajım olacak, resmen elalemin ağzına laf koymamak için alınmış gibi duran bu blog, insanların daha bi ilgisini çekebilecek hale gelmeli zannımca.


13 Ağustos 2010 Cuma

i have a message for u!

marlis,
senden başlıyorum. senden başlamamın bir sebebi bugünkü kutlama ve bu kutlamaya dahil olamayan şu gıcık istanbullu kızın henüz bir blog sahibi bile olmayışı.

senden başlamaya hiç bu kadar kararlı olmamıştım marlis.

tamam.

bundan sonra dizdize geçecek güzeller güzeli, kıymetli mi kıymetli 5 yılımızın sarılma kutlamasını yaptık ya bugün. o öyle değil de zaten bildiğimiz bir şeyin diplomasını almak gibi oldu sanırım.seninle kısık sesle pek çok şeye güleceğimiz, pek çok kızın ortak fikirlerimizce saçlarını çekiştirmek isteyeceğimiz, ve aynı kıvruşuk adamları uzun uzun keseceğimiz için ben.. Ben mutluyum. bunları düşündükçe o dediğim, hayalini kurduğum dediğim pek çok şeye daha rahat ihanet ediyorum. onları çok daha kolay sepetliyorum. sırtımı daha rahat dönüyorum.kafamın içine gömmüyorum da salıveriyorum.

saldıkça onları, rahatlıyorum. bir de sen varsın ya ipek, ben yaşayabileceğim bütün olumsuzlukları da gömmüyorum, salıveriyorum onları. sana güveniyorum. sen varsın ya diyorum, bir yanımda marlis var. "anlatırım, anlarsın" oluyor ozaman. güveniyorum. yaşayacaklarımızın ehemmiyetine.

güzel.

ve ipek,
senin ne bir blogun ne bir nick'in var. bir de koskoca, okyanuslara batasıca kocaman bir istanbul aşkın var. ondan nefret ediyorum. senden nefret etmiyorum. seni çok ama çok seviyorum.

  1. kızıyorum; gittin diye, gideceksin diye. bütün bu bağları da alıp gideceksin diye. masalarda 3 kişi oturamıyor oluşumuzun telafisi olmayacak. gideceksin diye, kızıyorum sana. Bil!.
  2. seviyorum seni; kader bile bu kadar senin yanındayken her şeyi de bırakıp burnunun dikine gidebilirsin, ben bunu istiyorum diyebilirsin diye. aşkın seni bulsun sen de onu bul diye adaklar adamaya gerek kalmadı. kendi dileğin bir bilgisayar tıktıkıyla kollarına düşüverdi ya. onu diyorum. oldu ve bitti. bundan sorna yaşayacağın herhangi bir şey seni üzemeyecek ya, onu seviyorum. seni seviyorum.
  3. çocukluk arkadaşım, eşşek kadar bi kız olduğunda ne yapmalıyım bilmiyorum. benim eşşek kadar olmam elimde değildi hani de, senin eşşek kadar kız oluşunu nasıl önleyemedim?. geç olduğunu bildiğim için bu sefer kendime kızıyorum.

bugün bir mektup yazılmalıydı. gönderilmesi ya da buruşturulup atılmasının ehemmiyeti yok da, bir mektup hiç fena olmazdı hani. yazıldı.

12 Ağustos 2010 Perşembe

yapamayınca yapamadım ben de...

sevgili marlis,

tasarım hakkı sonuna kadar sendeymiş be güzelim. denedim, ama bu fırsatı tanımıyor bana. ben de sonraya sakladım, napiyim diyerek, boynumu sola kırarak napiyim o halde dedim.

her şeyden sıkılan yaz ruhum bana bu işkencenin bitmesi gerektiğini, yağmurun falan, eğer olur da yağarsa çok iyi edeceğini söylüyor. Haricinde, elbette anlatmam gerekenler var. telefon mucizesini kullanacağız o noktada da.

edinmediğim bilgileri edinesim, yeni şeyler öğrenesim, yeni yerlere gidesim var. bedenim bu odada kalsa da ruhum bi dolanıverip gelse?

10 Ağustos 2010 Salı

küstüm yazısı // hayrola

üçlü birlikteliğimizin ilk meyvesi. ileride açılacak pastahanelerin, sahafların, masalevlerinin müjdecisi ve evet; ilk meyvemiz şekerlerim. daha çok meyvemiz olcek ya, şimdiden yayınladığım ilk meyve ısırığım bu sade. meyve ısırığı.

ipek? tasarım yapsam bloga? kızmazsın değil mi? beğenmeyen değiştirir ne de olsa diyerek? hı?

bir de böyle giderse haftada bir tasarım değiştiren, ve değiştirdiği tasarımlarıyla sanki haftada bir yatak odasını yeniden dekore eden bir evhanımı gibi hisseden birileri olup başınıza ekşiyeceğim.

hayrola. gün doğmadan doğanlarla, hayrola...
o değilde, biz bugün ne içecez?